Büyük sorumluluk. Eğer kaybınız büyükse daha da büyük bir sorumluluk. Hiç kimse sizden bir şey beklemiyor, hatta yaptığınız, söylediğiniz her şey alttan alınıyor. Siz de bunun verdiği yetkiye dayanarak, en yakınınızda kim varsa onu paramparça ediyorsunuz. Sanki böyle yaparak dağılmış parçalarınızı birleştirebilecekmişsiniz gibi. Birleşmiyor tabi.
Eğer işe gitme gibi bir sorumluluğunuz varsa, bu süreçteki sorumluluklarınızın üzerine birkaç katman daha ekleniyor. Herkes mutsuz olduğunuzu biliyor, ancak siz yine de mutsuz gibi görünmemeye özen gösteriyorsunuz. Nitekim ateş düştüğü yeri yakıyor ve kaybınız ne kadar büyük olursa olsun, gelmiş olduğunuz bilinç düzeyiniz buna izin vermiyor.
Şunu neden söylüyorlar hiç anlamıyorum; “başın sağ olsun”. Ancak uzunca bir süre bu cümleyi duymaya devam edeceğim gibi görünüyor ve buna katlanmak gerçekten çok zor. Bu anlamsız cümleyi her duyduğumda sanki yaramın dikişleri patlıyor ve iyileşme sürecim biraz daha uzuyormuş gibi hissediyorum.
Daha en kötüsüne gelmedim. “Güçlü ol” var bir de. Bana bunu söyleyen her kişiye neden diye haykırmak istedim. Yapamadım tabi. Yapabildiğim tek şey boş bakışlar atmaktan ibaretti. Güçlü olmak zorunda değilim. Aksine, kendimi iyice bırakmak istiyorum. Bu acı başka türlü yaşanmıyor, hafiflemiyor. Sadece acımı yaşayacağım gerçek zamanı bekliyorum. İçimde kırılmayı bekleyen bir fay hattı var gibi hissediyorum ve umarım yanlış yerde kırılmaz diye dua ediyorum.
İnsan annesini kaybedince gerçekten yalnız kalıyor. Sizi sarıp sarmalayan, saçınızın bir teli için tüm dünyayı yakacak güçte olan, o koşulsuz sevginin gerçek sahibini kaybediyorsunuz. İşte bu gerçekten çok sarsıcı oluyor. İdrak süreci gerçekten çok uzun sürüyor. Sanırım ben o evreye henüz geçemedim. Şimdilik birkaç küçük ağlama krizi ile idare ediyorum. Hiçbir şeye hevesim, heyecanım ve enerjim yok. Çünkü gücüm yok.
Ama evet, hayatınız büyük ölçüde değişiyor ve bunu çok net bir şekilde fark edebiliyorsunuz. Mevzu bahis güçlü olmaksa eğer, bundan sonra sizi artık hiçbir şeyin yıkamayacağını biliyorsunuz. Bunca zamandır dert diye birilerine ağlandığınız şeylerin, iğne deliğinden geçmeyecek kadar küçük ve önemsiz olduğunu anlıyorsunuz. Ne yazık ki, iyi bir dert ortağı da olamıyorsunuz. Çünkü size anlatılan dertler o kadar yavan geliyor ki, karşınızdakini kırmamak için sadece tebessüm edebiliyorsunuz.
İşin iyi tarafı ise hayatın gerçekten yaşanması gerektiğinin farkına varabiliyor olmanız. Boş geçen tek bir ana bile tahammülünüz kalmıyor. Bu iyi mi kötü mü bilmem ama hayatı kaçırıyormuş hissi daha bir oturuyor insanın içine. Kimi zaman nefes alamaz bir hale getiriyor hatta. Hiç bu kadar “farkında” olmamıştım. Başkalarını mutlu etmek için kendi hayatını hiçe saydığın an kendini yok bil. Elbette ki bunlar somut şeylerle sınırlı kalmamalı. Yani çok para kazanmak, kazandığın parayı gönlüne göre harcamak, dünyayı gezmek, bencil olmak gibi şeyler değil kast ettiğim. Bunlar da olmalı elbette ama asıl insanın içinde kalan şeylerin, hiç dışa vuramadıklarıymış gibi geliyor artık. Birinden hiç haz etmiyorsanız, bence bunu sonuna kadar belli etmelisiniz. Ya da birine karşı farklı duygular besliyorsanız, reddedilme korkusunu bir kenara bırakmalı ve açılmalısınız. Bir şey sizi heyecanlandırıyorsa ondan asla kaçmamalısınız. Sonra geriye dönüp baktığınızda her şey için çok geç olabiliyor. Zaten insan hayatında bu kadar çok “acaba” ve “keşke”nin olması da boşuna değil. Yani en azından ben bundan sonraki hayatımı bu düşüncelerle şekillendirmişim farkında olmadan.
Şimdi size işin bazı dramatik kısımlarından bahsedeceğim. Annemin en sevdiği şarkının ne olduğunu bilmiyormuşum. Çünkü ben hep bu konuda O’nunla sağlam dalga geçerdim. Bir kere olsun bunu merak etmemiş olmak canımı bir hayli sıktı açıkçası. Garip bir pişmanlık ve mahcubiyet duydum. Sonrasında öğrendim tabi. Asla tarzım olmayan bu şarkının sözlerini öyle bir içime sindirdim ki… Çünkü hala merak ediyorum; bu şarkı anneme neler hissettiriyordu, kimi hatırlatıyordu, geçmişinde hangi zamana dokunuyordu?
Annem kanser hastasıydı. Son 10 günü hastanede geçti. Ben eve döneceğine hep inandım ama olmadı. En son hücreler beynine bile sıçramıştı. Arkadaşım, annem bu haldeyken onun bedenen hayatta olmasını istemenin bencillik olduğunu söyledi. Haklıydı. Tüm bu sürecin bende derin travmalar bırakacağını bilerek yaşadım, yaşıyorum.
Hayatın devam ediyor olması size aşırı ölçüde acı ve saçma geliyor. Ancak tam bu noktada birkaç yaş atıyorsunuz. Olgunluk mu bilmiyorum ama bendeki biraz tahammülsüzlüğe vurdu. Ama evet, büyüyorsunuz.
Benim avuntum, annemin çok acı çekmemiş olması değil. Yarım asırlık bir süreçte, kim bilir ne acı süzgeçlerinden geçmiştir. Benim tek bir avuntum var şimdi; o da artık yukarıda koruyucu bir meleğimin olduğudur…
Henüz Yorum Yapılmamış